Meme kanserinin neden olduğu çoğunlukla bilinmemektedir. %5-15 oranında genetik, ailesel faktörler söz konusudur. Batı toplumlarında, Avrupa, Amerika’da, doğu toplumlarına göre (Asya, Japonya vs.) daha fazla görülmektedir.
kişilerde daha tedbirli davranmak, genetik bir riskin olduğunu düşünmek ve genetik test yaptırmak değerlidir.
Meme hastaları hekime daha çok memede ağrı ya da memede sertliklerle başvurur. Bu sertliklerin % 90-95’i iyi huyludur. Ancak % 5-10’a tekabül eden kötü huylu olanları atlamamak gerekir. Bu nedenle,
İyi huylu olduğu düşünülse bile bu tedbirler elden bırakılmamalıdır.
Memede şişlik varsa, hastanın yaşına göre düşüncemiz değişiklik gösterir. Hastanın yaşı ne kadar gençse, bu kitlenin iyi huylu olma ihtimali de o kadar fazladır. Yaşı 40 üstü ise kötü huylu olma ihtimali daha çok düşünülür.
Kızarıklık, genelde enfeksiyona bağlıdır, ancak tümörden dolayı da olabilir. Burada izlediğimiz yol, hastanın şikayetinin dinlenmesi ve bu kızarıklığın ne zaman geliştiğinin araştırılmasıdır. Eğer kısa sürede gelişmişse daha çok enfeksiyonu işaret etmektedir.
Hasta muayene edilir. Eğer bir apse benzeri durum varsa gerekirse enjektörle boşaltılır. Antibiyotik verilir. Daha sonra da hastanın takip edilmesi gerekir. Bu tablo gerilese bile, bir süre sonra yaşına uygun görüntülemeler alarak burada başka türden bir tümör olmadığından emin olmak gerekir.
Kişinin annesi, kız kardeşi gibi birinci derece yakınında meme kanseri gelişmiş olması, meme kanseri riskini arttırır. Ancak öncelikle yapılması gereken, kansere yakalanmış kişiye genetik testleri uygulamak ve bu testlerin sonucu olumsuz çıktığı taktirde, birinci derecede yakınlarına da bu testleri yapmaktır.
Eğer genetik testte olumsuz bir sonuç varsa, o kişiye, halen hiçbir tümörü olmamasına rağmen koruma amaçlı aşağıdaki üç yöntem önerilebilir:
Ancak, genetik testler negatif bile gelse, yani her hangi bir olumsuzluk bulunmasa bile, o kişinin birinci derece yakınlarında meme kanseri bulunduğu için, yakın takip edilmesi çok değerlidir.
Mamografi, meme hastalıklarının tanısında en önemli araçlardan biridir. Genellikle 40 yaştan sonra yapılması önerilir. Son zamanlarda tarama mamografisi yaşı konusunda yaşanan tartışma içerisinde, 40 yaşından sonra senede bir ya da iki diyenlerle, 50 yaşından sonra senede bir ya da iki kere yapılmasını savununlar olarak iki görüş vardır.
Genel olarak, 40 yaşından itibaren hastanın durumuna göre senede bir ya da iki senede bir yapılması uygundur. Çünkü mamografide görülen herhangi bir yapı, çok erken evredeki bir tümörü haber verebilir ve erken tanı, hastanın tedavi ve yaşam beklentisi açısından büyük bir önem teşkil eder.
Bir diğer önemli konu da;
mamografi çekilme yaşını 35’e hatta 30’a kadar çekmek de mümkündür.
Fibrokistler eskiden bir hastalık olarak tanımlanırdı. Ama bu gün bilinmektedir ki, kadınların çoğunda, iyi huylu bazı sertlikler, fibroadenomlar, bir takım içi sıvı dolu kistler gelişebilmektedir. Bunların kötü bir anlamı yoktur. Bunların kansere dönüşümü de söz konusu değildir. Buradaki sorun, memede bir takım farklı yapılar nedeniyle, olası bir kanser odağının gözden kaçabileceğidir. Bu nedenle, memesinde fibrokistik yapı olan kadınlarda belli sıklıkta yakın klinik ve radyolojik takip önerilir.
Fibroadenomlar; kadınlarda her yaşta görülebilen, iyi huylu, yuvarlak, oynayabilen sertliklerdir. Bunların kanserle bir ilişkisi yoktur ve kansere dönüşme söz konusu değildir. Ancak çok nadiren de olsa fibroadenomların içinde kanser gelişebilmektedir. Kimi zaman da fibroadenomlar arasında bir kanser odağı gözden kaçabilir. Bu nedenle fibroadenomlar, her ne kadar iyi huylu olarak bilinse de yakın takibi gerektirirler.
Özellikle gençlerde yakın takip ve gereğinde iğne biyopsisi yapmakta yarar vardır. Özellikle 40 yaşından sonra fibroadenomların cerrahi olarak alınmasında yarar vardır. Çünkü bu yaşlar, kanserin daha çok görüldüğü yaşlardır.
Meme kanseri tedavisinde, gerek cerrahi, gerek ilaç tedavisi gerekse de radyoterapi anlamında, son 15-20 yıldır büyük değişimler yaşanmaktadır. Eskiden, meme kanseri tedavisinde memenin ve koltuk altının tamamen alınması söz konusu iken, zaman içerisinde yapılan çalışmalar göstermiştir ki, eğer hastalığın evresi de uygunsa, yapılacak cerrahinin geniş olmasının hastaya sağladığı bir avantaj olmadığı gibi hastanın hayat kalitesini de düşürmektedir.
Hastalığın evresi uygunsa, sınırlı cerrahilerle memenin yapısını korumak mümkündür. Günümüzde memenin tamamının alındığı ameliyat daha az sıklıkta yapılmaktadır. Tümör büyükse, memede birden fazla tümör varsa, memenin tamamının alınması söz konusudur. Uygun vakalarda, memenin ucunu ve cildini koruyup, içini boşaltıp yerine silikon koyma ya da kendi vücudundan doku onarımı yapma gibi yöntemlerle memenin görünümünü korumak mümkündür.
Meme kanserinde memenin tamamının alındığı ameliyat sayısı azalmıştır, ancak yine de, memede bir çok tümör olması ya da tümörün büyük olması gibi bazı nedenlerle memenin tamamı alınabilir. Burada, ameliyat sırasında ya da ameliyattan bir sene sonra, meme yeniden yapılabilmektedir.
İlk ameliyatta memenin içi boşaltılarak silikon konulabildiği gibi, ileri bir tarihte, meme tamamen alınmış olmasına rağmen, oraya kendi vücut dokusundan ya da silikondan yeni meme yapılabilmektedir.
Özetle, memenin tamamen alındığı durumlarda erken ya da geç, memeyi yeni baştan yapmak mümkün olabilmektedir.
Meme kanseri ameliyatlarında iki ayrı bölüm vardır:
Koltukaltıyla ilgilenilmesinin nedeni, meme kanserinin genellikle ilk olarak lenf yoluyla koltukaltına yayılmasıdır, sonrasında da vücuda yayılır. Bu nedenle koltukaltındaki durum hastanın tedavisini, geleceğini belirlemektedir.
Eskiden, her türlü meme kanseri ameliyatında koltukaltındaki lenf bezleri komple temizlenirken, bu gün, ameliyat sırasında özel maddeler ile test yapılarak, ilk tutulabilecek lenf bezleri çıkartılmakta ve patolog tarafından değerlendirilmektedir. Bu lenf bezlerinde kansere yönelik herhangi bir tutulum varsa, sınırlı miktarda koltukaltı lenf bezi temizliği yapılır. Tutulum yoksa yapılmaz.
Son yapılan bilimsel yayınlarda, sınırlı bir tutulum varsa bile koltukaltının tamamının boşaltılamayabileceği ifade edilmektedir.
Meme kanserlerinin neden oluştuğu büyük oranda bilinmemektedir. Çevre ve beslenme faktörleri etkili olabileceği gibi, Amerika ve Avrupa’da doğu toplumlarına göre daha sık görüldüğü de bilinmektedir. Ancak, %5-15 oranında genetik veya ailesel nedenlerle meme kanseri görülebildiği bilinmektedir.
Özetle bir ailede genç yaşta, erkekte, birden fazla yakın akrabada ya da iki taraflı meme kanseri görülmesi halinde şüphelenilmeli, genetik test yaptırılmalı ve o ailenin daha fazla risk altında olduğu bilinmelidir.
Erkeklerde meme kanseri görülebilmektedir. Ancak, erkeklerde meme dokusu daha azdır ve 100 kadında meme kanseri oluyorsa, buna karşılık bir erkekte meme kanseri görülmektedir.
Dikkat edilmesi gereken nokta, erkekte meme kanseri sık görülmediğinden, memede bir sertlik olduğunda fazla ciddiye alınmamakta ve ancak hastalık belli bir aşamaya gelince tanısı konabilmektedir. Bu sebeple erkeklerde memede bir kitleye rastlandığında ciddiyetle değerlendirilmelidir.
Bazı meme kanserleri hormona duyarlıdır. Dolayısıyla, hormon alındığı zaman, bunlar kanser yapmasa da olacak olan kanseri uyardıkları gösterilmiştir. Özellikle, menopozdan sonra alınan hormon tedavilerinin 5-10 yıl gibi uzun zaman kullanılması, meme kanserini uyarabilmektedir.
Özetle, doğum kontrol haplarından ziyade menopozdan sonra alınan hormon tedavileri meme kanserini tetikleyebilmektedir.
Kanser gibi bir hastalıkta, %100 bir iyileşmeden söz etmek mümkün değildir. Ancak, yıllar geçtikçe bu hastalığın nüks etme ihtimalinin düştüğü söylenebilir. Örneğin, meme kanserinde ilk üç sene çok önemlidir.
Hasta ilk üç sene, 3-6 ayda bir, hekim tarafından görülmelidir çünkü, nüks etme ihtimalinin en fazla olduğu dönem bu dönemdir. Daha sonraki 2 sene 6 ayda bir hekim tarafından görülmelidir. 5 yıldan sonra nüks etme ihtimali düşmekte ve senede bir takip, hayat boyu gerekmektedir.
Özetle, zaman içerisinde düzenli takip edilen hastalarda nüks etme ihtimali giderek azalmaktadır.
Meme kanseri, sıklıkla aynı memede ya da bölgede nüks etmektedir. Nüks durumunda, her zaman olduğu gibi yine tümör konseyinin toplanmasında yarar vardır. Tedaviye ya cerrahiyle başlanıp, sonrasında, kemoterapi, radyoterapi gündeme gelecektir, ya da bu sıra değişebilir. Burada önemli olan, nüks ettiği zaman hemen üzerine giderek bunu tedavi etmektir.
Bir diğer bir konu da metastazdır. Metastaz, kanserin bölgesel olarak değil, vücudun herhangi bir yerinde kendisini göstermesidir. Böyle bir durumda, ilgili branşların bir araya gelerek tedaviyi düzenlemesi ve bir an önce metastazı yok etmesi ana hedeftir.
Meme kanseri gelişiminde hormonların olumsuz etkisi olabilmektedir. Bu hastalığa yakalanan kişinin tüm tedavilerinin bitmesini takiben, genellikle 4-5 sene sonra şartlar uygunsa gebeliğe belki izin verilebilir. Bu durumda bile yakın takip çok değerlidir.